top of page
  • Yazarın fotoğrafıirem hacalaki

Müzik, dans ve hayallerin birleştiği yer: La La Land


Rolling Stone’unki dahil, bu seneki tüm “en iyi filmler” listelerinde ilk sıraları zorlayan, Golden Globes‘da aday olduğu yedi kategoride de ödül kazanan, 26 Şubat’ta gerçekleşecek Oscar töreninde de ödülleri silip süpüreceği öngörülen müzikal komedi La La Land’i izledin mi? İzlediysen, tahminen gözlerin iki koca kalp olmuş şekilde okuyorsun bu yazıyı. İzlemediysen de, başrollerini Emma Stone ve Ryan Gosling’in paylaştığı bu görsel ve işitsel şöleni sakın ama sakın kaçırma demeliyim. Bir de yazının kalanı için seni uyarmalıyım; DİKKAT, birazcık SPOILER 🙂


Herkes müzikal sevmez

Doğru. Ama herkes aşkı sever. Hayal kurmayı da. La La Land’i anlatırken “nostaljik müzikal, biraz da romantik komedi” deyip bırakmak yeterli olmaz. Evet, La La Land’de müzikallerde görmeye aşina olduğumuz her şey var. Şarkı söyleyen tatlı insanlar, gülümseyerek dans eden bir topluluk, büyük, abartılı duygu geçişleri… Fakat filmin esas alamet-i farikası, hayal kurmak ve hayallerin peşinden gitme cesaretini göstermekle ilgili güzellemeleri.

2014’te Whiplash‘te genç bir bateristle (Miles Teller) potansiyelini gerçekleştirmesi için onu çok zorlayan hocasının (J. K. Simmons) hikayesini anlatan genç yönetmen Damien Chazelle, La La Land’de bizi oyuncu olmak isteyen Mia‘yla (Emma Stone) kendi kulübünü açmak isteyen caz piyanisti Sebastian‘ın (Ryan Gosling) dünyasına davet ediyor. Dekoru, makyajı, renk kullanımı ve kadrajıyla 1940’lı yılların nostaljisini yansıtan film, Hollywood klişelerini hem yücelten hem de yerle bir eden kusursuz bir kurguyla bezenmiş. Üstüne bir de Emma Stone ile Ryan Gosling‘in karizmatik performansı ve muhteşem kimyası eklenince film iki saatlik bir şölene dönüşmüş.

Yıldızlara uzanan bir aşk

La La Land, bilindik bir hikayeyi alıp önce klişelere boğuyor. Fakat bunu oldukça özgün bir biçimde yapıyor. Esas kız ve esas oğlanın karşılıklı atışmalardan doğan aşkı, her iki karakterin de hayallerine giden yolda gitgide büyüyor. Mia ve Sebastian’ın Rebel Without A Cause‘u izledikten sonra yıldızlara yükselerek (gerçek anlamda göğe yükselerek) yaptığı valsten, aşkın ve hayal kurmanın ne kadar romantik bir eylem olduğunu görüyor; gerçekçiliğin bazen sıkıcı, biraz sürrealizminse ne kadar büyülü olabileceğini fark ediyoruz.

Film ayağımızın altındaki zemini çekip alıyor, bizi de uçurup kaçırıyor. Mia ve Sebastian’la birlikte hayal kurmaya başlıyor, adım adım değişen hayatlarını onlarla birlikte anlamlandırıyoruz. Sonra bir anda, tüm klişeler paramparça olup etrafa saçılıyor; Mia ve Sebastian hayallerine kavuşuyor ama birbirlerinden ayrılıyorlar. Seneler sonra karşılaştıklarında, filmin belki de en can alıcı sahnesiyle karşı karşıya kalıyoruz. Bitti sandığımız anda yeniden başlayan film, kendi hikayesine alternatif bir son yazıyor ve bunu bize Sebastian’ın bakış açısından sunuyor.

“İstedikleri her şeye sahip oldular!” sevinciyle “Büyük aşkları sona erdi!” hüznü arasında kalan seyirci, salondan kulağında belki de aylarca unutmayacağı tatlı bir melodi ve her düşündüğünde kendi kendine farklı bir son yazabileceği enfes bir hikayeyle ayrılıyor.

La La Laaaaaa: Müziklerine de doyamadık

La La Land’in, sayesinde Emma Stone ve Ryan Gosling’i şarkı söyleyip dans ederken izlediğimiz müziklerini, adını yine Whiplash’ten duyduğumuz Justin Hurwitz yapmış. Hurwitz şarkıların bir kısmını, iki ana tema üzerine kurup çeşitlendirerek hazırlamış. İlk tema, Mia ve Sebastian’ın aşkının fonu, pek tabii. Adı, Mia & Sebastians’s Theme. Diğer temaysa, filmin açılış sahnesinde dinlediğimiz Another Day of Sun. Bunu boyunca farklı formlarda defalarca dinliyoruz ve melodi bir kere olsun sıkıcılaşmıyor!

A Lovely Night ise Mia ve Sebastian’ı birlikte ilk kez dans ederken izlediğimiz parça. Çiftin birbirini tanıdığı, aralarındaki gıcıklığın yavaş yavaş aşka dönüştüğü bu parça, Singing in the Rain ve All That Jazz gibi müzikallerdeki düetleri hatırlatıyor.

Filmin dikkat çeken şarkılarından biri de City of Stars. Gosling’in söyleyebilmek için ses koçlarıyla günlerce çalıştığı bu parçanın üç farklı versiyonu var. Birinde Gosling’e Emma Stone eşlik ediyor, diğerinde ise yalnızca Emma Stone’u mırıldanırken dinliyoruz.

John Legend‘ı da unutmayalım! Filmde Sebastian’ın grubuna dahil olduğu bir sanatçıyı canlandıran Legend, Start A Fire isimli bir funk parçasını seslendiriyor. Şarkı gayet güzel olmasına karşın, filmdeki diğer şarkılarla biraz uyumsuz. Bu şarkıyı zaten Sebastian’ın hayallerinden uzaklaşıp inanmadığı bir müziği yaptığı sırada dinliyoruz. İşte bu yüzden uyumsuzluğu dahi oldukça anlamlı.

Bu yazı GarantiOne oneblog'da da yayınlandı: https://oneblog.garantione.com.tr/2017/01/29/muzik-dans-ve-hayallerin-birlestigi-yer-la-la-land/

44 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page